This is a translation into Turkish by Mehmet Yalvac of the original article Primacy of intellect and the trap of the senses.
Rahman ve Rahım olan Allah’ın adıyla;
Tüm dünyada hükümranlığı elinde tutması itibarı ile, insan bilinen diğer tüm canlılardan farklıdır. İnsanın canlı alemdeki bu baskınlığı tüm kutsal kitaplarda belirtilmiş, ve Allah Kuran’da şöyle buyurmuştur:
“And olsun ki Biz, Âdemoğullarına ikramda bulunduk, onlara karada ve denizde binekler verdik, onları hoş ve temiz nimetlerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan onları ziyadesiyle üstün kıldık” (İsra, 70).
İnsanın yaratılışındaki bu farklı pozisyonu oldukça belirgin olsada, gerçekte “İnsanı tüm diğer canlılardan ayıran nedir?” sorusu hep mevcuttur. Cevap olarak aklımıza ilk olarak insanın en karmaşık yaratılışa sahip olduğu gelse de, Allah Kuran’da insanın yaratılışından daha büyük bir yaratılıştan bahsetmektedir:
Göklerin ve yerin yoktan yaratılışı, insanların tekrar diriltilmesinden daha büyük bir iştir. Lâkin insanların çoğu bunu bilmez (Mümin, 57).
Semavat ve arzın yaratılışı, topyekün kainatın kendisi insanın tek başına yaratılışından daha komplekstir. İnsan kainatı yöneten kanunlardan bağımsız hareket edemez, yada diğer bir ifadeyle Allah’ın kainatı düzenleyen kanunları insandan bağımsız olarak hüküm sürer.
İnsanın sosyal zekası ve gelişmiş toplumlar oluşturabilme kabiliyeti de çok güzide bir nimet olsa da, insanın diğer varlıklardan farklı özel bir konumda olması için yeterli değildir. Allah Kuran’da şöyle buyurur:
“Yerde hareket eden hiçbir hayvan, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer topluluk olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar” (Enam, 38).
Allah yukarıdaki ayette hayvanlarında bizim gibi ileri seviyede iletişim kurma kabiliyetine sahip olduğunu bize bildirmektedir. Dolayısı ile insanın sosyal zekası onu farklı kılmaya yetmemektedir.
İnsanların birbirleri ile kolay anlaşılır açık bir dille iletişim kuran tek canlı olduğunu bir an düşünsek de, Allah hayvanların da bu kapasiteye sahip olduklarını Neml suresinde bize bildirmektedir:
“Karınca vâdisine geldiklerinde, bir karınca “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin,” dedi. “Tâ ki Süleyman ve askerleri farkında olmadan sizi çiğnemesinler” (Neml, 18).
İnsanlar ve hayvanların bu denli benzer karakterlere sahip olduğunu anlayınca “İnsanı farklı yapan nedir?” sorusunu yanıtlamak da giderek zorlaşmaktadır. Hatta, bazı duyu özellikleri yönünden hayvanlar insanlardan daha ileridedir. İnsanların görmediği dalga boyundaki ışığı görebilen, duymadığı frekanslardaki sesi işitebilen hayvanlar vardır. Hatta bazı hayvanların önsezileri, onlara bazı doğal felaketleri önceden sezme ve buna göre hareket etme olanağı vermektedir. Peki, Allah insanları hangi yönüyle diğer canlılara üstün kıldı? Bu konuda bir hayli araştırma yapılmış ve farklı cevaplar ortaya konulmuştur.
Genel kanı, insanı eşsiz kılan özelliğin “geleceği kurgulayıp ona göre aktivite yapma” kabiliyetine sahip olmasıdır. Klasik dönem islam düşünürü İbnü`l Cevzi, insanı özel kılan kabiliyeti, onun akıl yürütme yeteneğine bağlar. İnsan açlık, acı, ve hırs gibi duyularını ve şehvetini kontrol altında tutarak gelecekte kendisi için en doğru şeyin ne olduğunu düşünerek hareket edebilme yeteneğine sahip bir canlıdır. İbnü`l Cevzi`ye göre insanı hayvandan ayıran özellik akıl yürüterek arzularını kontrol edebilmesidir. İnsan bu kabiliyetini kullanmaz ve duygularının esiri olursa hayvanlardan daha düşük bir konuma kendisini koyar (et Tıbbü-rühani 7-10).
İnsan zekası, bazı bilim adamlarına göre aklın zamanda seyahat edebilmesi yeteneğidir. Bir insan aklında geçmişi yaşayabilir, farklı sonuçlar kurgulayabilir, ve daha sonra bunları gelecekte gerçekleştirmeyi planladığı şeyler ile ilişkilendirebilir. Zaman içinde seyahat edebilen insan zekası insanı ayrıcalıklı bir varlık kılmaktadır. İslami terminolojide, insanın hayalini kurduğu şeyi iradesi ile birleştirmesine insanın niyeti denir.
Niyet
Bir fiili gerçekleştirme ve bir yenilik ortaya koymada en önemli unsurdur. Peygamberimiz Muhammed (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ameller niyetlere göredir ve insan niyetinin karşılığını alır” (Buhari 54).
Günlük yaşamda, niyetten çok harekete önem vermekteyiz. Bunun nedeni hareketin doğası gereği gözlemlenebilir olması, buna karşın niyetin fiziksel olarak analiz edilmesinin mümkün olmamasıdır. Buna karşın niyet peygamberimizin buyurduğu gibi hareketin özü, onu nitelendiren ve kontrol eden unsurdur. Bir amel ancak zeka ile kurgulanıp, iyiliği yapmayı irade etme ile birleşince “Salih” bir amel olur. Peygamber efendimizin (SAV) buyurduğu gibi; “kim bir hayrı yapmayı niyet eder ancak fırsat bulup bu hayrı gerçekleştiremezse, Allah o kişiye bu hayrı yapmış gibi sevap verir”.
Niyetin yukarıda belirtilen manada bir niyet olabilmesi için hem zekaya bakan yönü (hareketin planlanması ve organizasyonu) hem de iyiliği irade etmesi şarttır. Böyle bir niyet ile başlanan bir hareketin Allah’ın yardım ve inayetiyle başarıya ulaşması söz konusu olabilir. Diğer bir ifade ile niyet sadece boş bir hayal kurma olmamalıdır. Niyet insanın aynı zamanda vizyonudur. Tarih boyunca doğru bir vizyon ortaya koymuş insanlar kendilerinden sonra gelen insanlar için bir örnek teşkil etmişlerdir. Bu da bize niyetin gücünü göstermektedir.
Duyuların Tuzağı
İnsan zekasının kurgulama seviyesi tüm diğer canlıların kinden daha yüksektir. Bu nedenle insanın zekasını (aklını) koruması ve geliştirmesi islami hukukta şart koşulan bir kavramdır. İnsan zekasını yerinde kullanmada ve doğru karar vermede duyularının çokça tesiri altında kalmaktadır.
Duyular ve bu duyulardan köken alan arzular kısa sürelidir ve ortaya çıktıkları ana hitap ederler. Öte yandan insan, aklını kullanarak duyuları mantıklı bir şekilde yorumlar ve yaşanılan anın ötesine de hitap edecek tutarlı çıkarımlarda bulunur. Duyularımızla algıladığımız, ilk anda bize iyi görünen ve tutku (heva) ile elde etmek, yada yapmak istediğimiz şeyler aklın süzgecinden geçtikten sonra bizde tamamen farklı manalar uyandırabilir.
Duyular ve akıl çokça çelişki içerisine girer. Monoteizmin temelinde duyular her zaman akıldan sonra gelir. Duyular çevreden tüm bilgileri toplayıp aklın hizmetine sunar. Duyular ile Allah görülemez ancak Allah’ın varlığı ve birliğine delil olan işaretler duyular tarafından toplandıktan sonra akıl ile anlaşılır.
Cenabı Allah, insanların duyusal tecrübelerini takip etme konusunda ısrarcı olacaklarını ve bu tecrübelerini aklın hizmetine sunma konusunda zafiyet göstereceklerini bildiğinden tüm insanların, Allah’ın ayetlerini inkar eden tek bir kavim haline gelmemeleri için, insanların talep ettiği dünyadaki duyusal tecrübeleri onlara sınırlı bir miktarda vermiş ve bunun kendisinin bir sünneti ve rahmetinin bir göstergesi olduğunu bize Kuran`da şöyle bildirmiştir:
“İnsanlar, kâfirlere imrenip de tek bir inkârcı topluluk hâline gelecek olmasaydı, Rahmân’ı inkâr eden o kâfirlerin evlerinin tavanlarını ve üzerlerine bastıkları merdivenleri gümüşten yapardık.” (Zuhruf, 33)
Tamamen duyusal tecrübeler ve arzuların ürünü olarak, kendilerine putlar ve tanrılar edinmiş insanlara karşı, İbrahim (AS)’ın aklı ön planda tutan monoteist çıkışı yine Zuhruf suresinde bize anlatılmaktadır:
“ 26. Hani İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: “Ben, sizin taptıklarınızdan uzağım. 27. Ben, ancak beni yaratana ibâdet ederim; muhakkak O, beni doğru yola iletecektir. 28. O’ndan sonra gelecek olanlar tek bir Allah’a dönsünler diye, İbrahim, bu sözü arkasında bâkî bir söz olarak bıraktı” (Zuhruf, 26-28).
İbrahim (AS) kavminin tutarsız ve yaratılışın birliği ile çelişen, politeist yaklaşımlarına ve bunun sonucu olarak taptıkları putlara karşı çıkmıştır. Allah’ın vahiyle kendisinden yapmasını istediği şeyleri henüz öğrenmeden, O, aklı ile yaratılıştaki birlik ve tutarlılığı görmüş ve Yaratıcının tüm yaratılmışların üzerinde bir güç ve kudrete sahip, tüm işlerinde tutarlı ve tek olduğunu anlamıştır.
Monoteizm ancak aklın vasıta olarak kullanılması ile pratikte yaşanır. Duyular yalnızca çevreden gelen bilgileri toplayıp aklın hizmetine sunar, akıl da bu bilgileri doğru manalar yükleyerek karşılaşılan problemi çözmeye çalışır. Bu sebeple akla zarar veren alkol, ve tüm diğer bağımlılık yapıcı maddeler İslamda haramdır.
Ömer bin Hattab’ dan rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) buyurdular ki: “İçki, (Şarap) aklı devre dışı bırakan her türlü şeydir” (Sahih Muslim: 3032).
Resim, müzik ve şiir gibi duyulara hitap eden sanatsal şeylere karşı İslami bir tavır geliştirmede, icra edilen sanatların her birinin tek tek ele alınması, akıl ile olan ilişkisinin öncelikli olarak keşfedilmesi gerekmektedir: Örneğin Allah Kuran’da, olumsuz tavırları öne çıkaran şiirlerin, şeytani amaçlara hizmet edebileceğini bize bildirmektedir:
“ İnsanlardan öylesi vardır ki, halkı fark ettirmeden ve hiçbir bilgiye dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak ve dini alaya almak için boş söz ve eğlencelere müşteri çıkar. İşte onlar için hor ve hakir edici bir azap vardır” (Lokman, 6).
Örneğin; bir şiir insana eğlenceli gelse bile, bazen negatif duyguları güçlendirip şiirden etkilenen bireyin yanlış tutum ve davranışlar içerisine girmesine sebep olabilir. Bu tür bir şiir İslam`da tasvip edilmemiştir. Buna karşın Peygamberimiz (SAV) islam`ın değerlerini ön plana çıkaran şiirleri övmüştür:
“Şüphesiz, şiirin bir kısmı hikmettir” (Sahih Buhari 5793).
Şiiri sadece duyulara hitap eden yönüyle değil de tutarlı ve kapsamlı olarak ele alıp seçici olunmalıdır. Ayşe (RA) şiirin hem güzel hem de çirkin olanının var olduğunu ve güzel olanın alınıp çirkin olanın terk edilmesi gerektiğini belirtmiştir ( Al Adab- Al- Mufrad 863).
Bir seferinde, Muhammed (SAV), Kaab bin Zuheyr’ in islami kabul ettikten sonra kendi huzurunda söylediği şiiri dinlemiş, çok beğenmiş ve kendi omuzlarındaki hırkayı vererek, O` nu ödüllendirmiştir. Bu örnek bize, güzel şiire İslam`da ne kadar değer verildiğini göstermektedir.
Müziğin insan psikolojisi üzerine etkisi de çok kuvvetlidir. Özellikle günümüz popüler müziğinde seksualite, narkotik ilaçlar ve şiddetin çokça yer bulması, İslam`da müziğin bu tür kötü örneklerinin yasaklamasının ne denli haklı olduğunu bize göstermektedir.
Şiir ve müzik gibi günümüzde karşılaştığımız birçok modern konuyu İslami olarak değerlendirmek için zeka ve akıl yürütmeye ihtiyaç vardır. Duyusal talepler ve aklın arasında tam bir ayrım yapamayan birçok müslüman, insanların yararına olan yeni bilimsel ve sosyal yeniliği kabullenmede de çekimserlik göstermektedir. Buna örnek olarak bazı İslam alimlerinin fotoğrafçılık ve telekomünikasyon konusunda takındıkları olumsuz tavır verilebilir. Bu tavrın sebebi, islami değerleri aklın üstünlüğü konusunda iyi anlamamak, tüm yeniliklere karşı katı ve üst düzey esneksizlik göstermektir.
Yapılması gereken, tüm karşılaşılan meselelerde İslam`ın, değişmez, geçmiş ve gelecek tüm zamanı kapsayan değerlerine bağlılığımızı göz önünde bulundurarak bir tavır geliştirmektir.
Başarı Allah`tandır ve Allah en iyiyi bilir.
Türkçe Meal Kaynak: Ümit Şimşek, İhsan Atasoy, Cemal Uşşak & Mehmed Paksu. “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali.” iBooks, Nesil Yayınları, ISBN: 975-6401-09-5
İrtibat/Soru/Öneri: Lisan.tercume.hizmetleri@gmail.com