This is a translation into Turkish by Mehmet Yalvac of the original article Ibrahim, the impact on modern science.
Rahman ve Rahim olan Allah’ ın adıyla.
1950’li yıllarda çok ünlü bir üniversitede fizik doktorası yapmış bir bilim adamından beklenen, ses getirecek yeni buluşlardan başka bir şey değildi. Ancak fizikçi Thomas Kuhn farklı bir şeyin peşindeydi ve mezun olduktan sonra tüm ilgisini tarih ve bilimin felsefesi üzerine araştırmaya yoğunlaştırdı. Merak ettiği şey, yeni keşiflerin nasıl bir süreçten geçerek ortaya çıktığı ve bu süreçlerde, benzer desenlerin olup olmadığıydı. Bu konular üzerindeki yaptığı araştırmalarını Structure of Scientific Revolutions başlıklı ünlü kitabında yayınladı.
Bu kitapta, Kuhn, yeni bilimsel buluşların nasıl ortaya çıktığını anlatmanın yanında, bugün bilimsel literatürde sıkça kullanılan “Paradigma Kayması”, “Normal bilim” ve “Devrimci Bilim” gibi kavramları geliştirdi. Çalışmaları o güne dek yaygın olarak inanılan birçok yanlış algılamayı düzeltti. Örneğin, Kuhn yeni bilimsel keşiflerin önceden ortaya atılmış teorilerin üzerine bina edileceği algısına karşı çıkarak, yeni teorilerin, eski teorilerin yanlışlarını ortaya çıkarma zemininde geliştiğini savundu.
Kuhn bilim adamlarını devrimci ve normal bilim adamları olarak iki gruba ayırır. Normal bilim adamları çoğunluğu teşkil edip mevcut teorileri kullanan yada onları destekleyen araştırma ve deneyleri yaparlar. Devrimci bilim adamları ise mevcut teorileri çoğunlukla sorgulayan, onları düzelten yada tamamen değiştiren nitelikte bilim adamlarıdır. Ortaya attıkları yeni teori eski teorinin yerini aldığı zaman buna paradigma kayması adı verilir.
Kuhn’a göre bilim her zaman bizi Hak ve doğru olana ulaştırmaz. Aksine bilim gözlemlediğimiz şeyleri en iyi şekilde açıklama çabasıdır. Kuhn’a göre hemen tüm kabul görmüş bilimsel teoriler belirli koşullarda test edildiğinde doğrulanamayabilir. Bilim adamları ekseriyetle bu çelişkinin farkındadır ancak, mevcut teorilerin çözemeyeceği problemler ortaya çıkana dek, mevcut teorilere sadık kalmayı tercih ederler. Kuhn’a göre, çözülemeyen problemlerin ortaya çıkması ve bilim adamlarının bunu mevcut yaklaşımlar ile açıklayamaması bilimde krize neden olur ve bu durum çoğunlukla bir paradigma kayması ile sonuçlanır. Bilimde kriz çıkması, genellikle acil bir ihtiyaç ortaya çıkmasınındandır. Örneğin; insanların tüm yaşamsal aktivitelerini düzenleyecekleri doğru bir takvime ihtiyaç duymaları, astronomi ile uğraşan bilim adamlarını daima motive etmiş ve durmadan yeni teorilerin geliştirilmesine olanak sağlamıştır.
Bugünlerde izafiyet teorisi ve kuantum mekaniği arasında oluşan çelişki, yeni bir bilimsel kriz ortaya çıkarmış olup, bu alanda yeni teoriler ön plana çıkmaya başlamıştır. Popüler sicim teorisi buna örnek verilebilir.
Hz. İbrahim’in metodu
Her ne kadar, Kuhn bilimsel keşiflerin analizini çok tatmin edici bir şekilde yapsa da, bilimin nasıl geliştiğini anlamak için çok önemli bir hususa dikkat etmemiz gerekir. Tüm bilim dallarında, özellikle en temel bilim dalı olan fizikte, bilim adamları bir teori yada kanunun geçerli olabilmesi için diğer kanunlar ile uyuşması veya kesişmesi şartını ararlar. Eğer bir teori diğer kanunlar ile çelişki içersinde ise, bir çok fenomene açıklık getirmesine rağmen hatalı yada eksik kabul edilir. Bunun temelinde ise kainatın herbir köşesinde hiçbir istisna olmaksızın aynı fiziki kanun ve desenlerin hüküm sürmesi yatar.
İşte bu görüş tek tanrılı inanç ile birebir örtüşmektedir. Zira tek tanrılı inanış tüm yaratma ve kanun koyma yetkisinin tek bir yaratıcıya (Allah) ait olduğu prensibine dayanır. Kuran’da bu hüküm şöyle zikredilir:
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Enbiya 21:22)
Yine başka bir ayette:
“De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı.” (İsra 17:42)
Tek tanrılı inanç, yani Hz. İbrahim’in yolu gösteriyor ki, eğer kainatın kanunlarında bir tutarsızlık olsaydı, bu her biri kendi güç alanına hükmeden birden fazla tanrının olduğuna işaret ederdi. Çok tanrılı inanç sistemi, Hz. İbrahim döneminde olduğu gibi günümüzde de birçok insan tarafından takip edilmekte olup, alışılmışın dışında, açıklanamayan herbir doğa olayına yeni bir tanrı atfeder. Oysa ki, kainatı ayakta tutan kanunlar ve yaratılıştaki tutarlılık, gücü herşeye yeten tekbir yaratanın (Allah) bu kanunları koyduğunun işaretidir.
Bilimsel kültürde diğer bir temel kavram, kainatın kanunlarının geçmişten geleceğe tüm zaman dilimlerinde tutarlılığını devam ettirmesidir. İşte bu tutarlık sayesinde, bilimciler geçmişte yapılan gözlem ve geliştirilmiş teoriler üzerinden, günümüz ve gelecek ile ilgili çıkarımları yapabilirler.
Allah’ın ezeli ve ebedi kapsayan tüm zamanda değişmez ve tutarlı oluşu tek tanrılı inancın bir diğer temel şartıdır. Kuran’da bu şöyle ifade edilir.
“De ki: Yeryüzünde gezin de görün: Allah, mahlûkatı ilk önce nasıl yaratmış, sonra da ikinci bir inşâ ile nasıl vücuda getiriyor. Şüphesiz ki Allah’ın kudreti her şeye kâfi gelir.” (Ankebut 29: 20)
Gelecekteki bilimsel gelişmeler için bilimsel teorilerin evrensel olarak uygulanabilirliği en önemli güçtür. Bilimsel bir teoride ortaya çıkan bir tutarsızlık, bilim adamlarını bunu açıklamaya yada yeni bir teori ortaya atmaya teşvik eder. Yeni ortaya atılan teorinin tüm bilimsel disiplinler açısından tutarlılık göstermesine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, bir teori ne kadar uzun süre geçerli bir teori olarak kabul edilirse edilsin, bir bilimsel disiplin ile çelişen tek bir tutarsızlığının keşfedilmesi bu teoriyi geçersiz kılar.
Bu mesele, kompleks kavramları basit benzetmelerle insanlara kolayca anlatan ünlü Nobel ödüllü bilim adamı, Richard Foyman tarafından çok güzel bir şekilde açıklanmıştır. Foyman’a göre bilim önce bir tahmin ve ardından bu tahminin doğru olup olmadığını ortaya çıkarmaya çalışan deneylere dayanır. Eğer yapılan deneyler ilk tahmini doğrularsa, bilim adamı birşey yakalamıştır ve yeni deneyler yaparak bulgularını pekiştirmeyi amaçlar. Ancak deneyler ilk tahminin hatalı olduğunu gösteriyorsa bu durumda, doğru olmayan bir tahmini doğru çıkarmak için yeni çabalar içerisine girmek yanlıştır. Peki bilim bu temel prensibi nasıl geliştirdi?
Tarihsel olarak bilim için, Mezopotamyalıların gözlemlerini sayısal bilgi olarak kaydetmeye başlamaları, yeni bir çağın başlangıcı demektir. Tarih ayrıca, insanın kainatın sırlarını keşfetme merakının olduğunu bize gösterir. Eski Yunanlılar daha çok gözlem yapma yoluyla bilime katkı sağlamışken, yalnızca müslümanların altın çağında, deneyler ile desteklenen evrensel teoriler geliştirilmeye başlamıştır. İlerleyen zamanda ise, bilim neredeyse tamamen müslüman, hristiyan veya yahudi altyapısı olan bilim adamları tarafından geliştirilmiştir.
Ucu Hz. İbrahim’e ulaşmakla beraber, modern bilimin kurucuları dindar insanlar olmuştur. Yaratılıştaki bütünlüğe inanç, günümüze kadar birçok büyük bilimsel başarının arkasında yatan en önemli nedendir. Müslüman bilim adamlarından, Isaac Newton’ un çağının bilim adamlarına ve modern tarihin tanınan bilim adamları, Michael Faraday, James Clark Maxwell, Max Plank ve Albert Einstein’ a kadar birçok bilim adamı kainatın nasıl var olduğunu açıklarken Allah’ın varlığından bahsetmişlerdir. Kişisel olarak hepsinin Allah’a inançları ve dini görüşleri farklılık gösterse de tüm bu bilim adamları ortak olarak, tek akıllı bir Yaratan’ın varlığına ve O’nun koyduğu kanunların çevremizi saran kozmik düzenin arkasında olduğuna inanmışlardır. İşte Hz. İbrahim’in ilk olarak ortaya koyduğu bu metot modern bilim kültürünün temelidir.
Tarihe bakıldığında, İbrahimi dinlere (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam) inanan bilim adamlarının doğu din ve felsefelerine inanan bilim adamlarından daha başarılı oldukları gözümüze çarpar. Bunun sebebi, Çinli bilim adamlarının monoteizmde kendini gösteren kainatı yönlendiren kanunları inkar etmeleridir. Ünlü biyokimyacı Joseph Needham’a göre bu inkar Çinli bilim adamlarının bilimsel kanunlarda evrensel bir görüş geliştirememelerine ve bunun sonucu olarak bilimde geri kalmalarına sebep olmuştur (Science and Civilization in China). Needham’a göre:” Mesele Çin felsefesinin, doğada bir uyum ve düzenin olduğunu inkar etmesi değil, bu düzeni yaratan birinin olduğunu tam anlamıyla görmezden gelmesinden kaynaklanıyordu. Bu görmezlik, onlar için insanın yaratıcının önceden formüle edip ortaya koyduğu kanunların kodlarını, insanların keşfedip kendi dilleri ile ifade etmelerine pek olanak sağlamıyordu. Çinli bilim adamları için doğanın kanunlarının keşfedilip anlaşılabileceğine bir güven olmamasının sebebi, tüm bu kanunları keşfedilebilmeye ve anlaşılmaya müsait olarak yaratan ilahi bir varlığa olması gereken güvenin olmamasıdır. Öyle sanıyorum ki, bir taoiste göre bu düşüncelerim, kainatın oldukça kompleks ve karmaşıklığı yanında doğru olmayan ilkel düşüncelerdir.” Needham, J. (1969). The grand titration: Science and Societe in East and West p-327.
Bugün bilim, her ne kadar sadece seküler ve dini sıradışılıklardan tamamen bağımsızlaştırılmış bir kavram olarak tanımlansa da, evrensel olarak kabul edilen bilimsel keşfin metotları, Hz. İbrahim’in metotları ve onun değerler sisteminden köken alır. Ne acıdır ki, insanlar fiillerini işlerken aynı zamanda kendi temel değerlerinden de gittikçe uzaklaşabilirler ve buna bilim adamları da dahildir.
Başarı Allah’ tandır ve Allah en iyiyi bilir.
by Qussai and Elias on April 19, 2015
Türkçe Çeviri: https://lth101.wordpress.com/
Türkçe Meal Kaynak: Ümit Şimşek, İhsan Atasoy, Cemal Uşşak & Mehmed Paksu. “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali.” iBooks, Nesil Yayınları, ISBN: 975-6401-09-5
İrtibat/Soru/Öneri: Lisan.tercume.hizmetleri@gmail.com