This is a translation into Turkish by Mehmet Yalvac of the original article Ibrahim, a one man nation.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Millet, ortak değerlere sahip, benzer adet ve görenekleri takip eden insan topluluğu olarak tanımlanır. Bir milletin kültürü de bu ortak adetler ile yakından ilişkilidir.
Genellikle, kültür bir milletin değerlerini, o milletin kurucusu olan insanlarla beraber yüceltirken Hz. İbrahim için değerler her zaman önde gelir. Kuran’ın ifadesi ile Hz. İbrahim tek başına bir millettir. Hz. İbrahim’in yücelttiği değerler ve bu değerleri onurlandıran uygulamalar yeni bir millet oluşturmuştur.
Şüphesiz ki İbrahim, îmânında sâdık, her hâlinde doğruluğu muhafaza eden ve bütün bâtıl dinlerden yüzünü çevirip Allah’a yönelmiş başlı başına bir ümmet idi. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (Nahl, 16: 120)
Hz. İbrahim’ in yolu cok seçkindi ve Allah bu yolu tüm insanoğlunun ihtiyaçları olan değerler ve amelleri içeren bir reçete yaptı. Hz. İbrahim’den sonra gelen tüm peygamberler de bu yüzden O’nun soyundandı.
Allah’ın bu takdiri birçok insan tarafından bir grup insanın diğer insanlardan üstün olması şeklinde yanlış anlaşılmıştır. Halbuki burada maksat Allah’ın Hz. İbrahim’in soyundan gelen ve onun yolunu en güzel şekilde temsil eden bir milleti insanlara yol gösterici olarak devamlı muhafaza etmesidir. Yine Hz. İbrahim soyundan gelen Hz. Muhammet ‘de Allah`tan İslami değerler, kültür ve millet konularında Hz. İbrahim’i takip etme emrini almıştır.
Sonra da sana, “Allah’ı tanıyan bir Müslüman olarak İbrahim’in dinine tâbi ol” diye vahyettik. Çünkü O, Allah’a ortak koşanlardan olmamıştı. (Nahl 16: 123)
Hz. İbrahim ‘in milletinin adı, müslümanlar (yalnız Allah’a dayananlar) ve kültürünün adı ise merhamettir. Allah Kuran’da buna vurgu yaparak Hz. İbrahim’in yolunun
müslümanların inançlarını yaşamalarını zorlaştırmak olmadığını belirtiyordu.
Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öyle cihad edin. Dinine yardım etmek için sizi O seçti ve dinde üzerinize büyük bir güçlük de yüklemedi—tıpkı atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi. Evvelki kitaplarda da, bu Kur’ân’da da sizi “Müslümanlar” olarak adlandıran O’dur—tâ ki peygamber sizin üzerinize bir şâhit olsun, siz de insanlar üzerine şâhitler olun. Öyleyse namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin ve her işinizde Allah’a sarılın. Sizin dostunuz O’dur. O, ne güzel dosttur ve O, ne güzel yardım edicidir! (Hac 22:28)
Hz. İbrahim’in oluşturduğu millet, belirli bir kültüre ve isme sahipti ancak bunu, içinde yaşadığı toplum benimsemiyordu. Bir milletin sahip olduğu değerler ve yaşadığı kültür ilk başta birbiri ile cok uyumlu olsa da, zaman içerisinde değişen yeni koşulların etkisi altında bu iki kavram arasında uçurumlar oluşabilir. İnsanlık için, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir prensibine dayanarak, yaşanılan kültürle sahip olunan değerlerin arasının zaman içerisinde açılmaması düşünülemez.
Değerler ve kültürlerin çatışması
Bir milletin sahip olduğu değerler, o milletin kültür ve pratik yaşamına yol verir ancak, bu iki kavramın doğal yapıları birbirinden farklıdır. Değer yargılarının kolayca fark edilemez, görülmez ve arka planda oluşu, buna karşın kültür ve pratik yaşamın oldukça gözlemlenebilir olması bu iki kavram arasındaki çatışmaya zemin hazırlar.
Zaman ve şartların değişmesi ile milletin değer yargılarına hizmet eden kültür bu niteliğini yitire -bilir, ve hatta toplum değişen yeni kültürünü adet ve alışkanlıklarını, sahip olduğu değerlerin önüne koyabilir. Kuran’da Allah, Hz İbrahim milleti için değerlerin her zaman, kültür ve pratik uygulamaların önünde geldiğine işaret etmektedir.
De ki: Elbette Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi—bütün bâtıl dinlerden yüzünü çevirip Allah’a yönelmiş İbrahim’in milliyeti olan dosdoğru ve sağlam bir dine ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (En’am 6: 161)
Bir toplumun pratik yaşamı ve kültürü toplumun bireylerinin birbirlerine göre olan konumlarını belirler, toplumda aidiyet duygusunun gelişmesini sağlar. Manevi etik değerler devamlı olarak, doğru tutum ve davranışları ortaya koyma çabası olduğu için, bu çaba bireylerin alışageldikleri tutum ve davranışların aksine bir tutumu destekleyip, insanlarda kendilerine ağır gelen bir zorluk hissi uyandırabilir. Kuran, tek tanrılı inancı anlamaya en büyük engelin, insanların takip ettiği kültür olduğunu çok açıkça anlatmaktadır.
Onlara “Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere gelin” dendiği zaman, onlar “Atalarımızdan gördüğümüz şey bize yeter” derler. Ya onların ataları hiçbir şey bilmeyen câhiller ve doğru yolu bulamamış sapıklarsa? (Maide 5:104)
Kuran ‘da Hz. İbrahim millet ile ilgili olarak, iki değişimden bahsedilir: Birincisi, Allah`ın sevdiği, kabukta olan değişim ki, insanları tek tanrılı inancın özüne yaklaştıran değişim; ikincisi, tek tanrılı inancın özünü değiştirmeye yönelik, Allah`ın hoşnut olmadığı değişimdir.
Zira bir kavim kendisine verilen kabiliyet ve nimetlerin yönünü değiştirip de inkâr ve isyana sapmadıkça, Allah da onlara verdiği nimeti değiştirip azâba çevirmez. Ve Allah, her şeyi hakkıyla işitir, her şeyi hakkıyla bilir. (Enfal 8:53)
Bir kültür oluşumunu sadece milletlere has bir kavram gibi göremeyiz. Bir grup insanın içinde birlikte faaliyet gösterdiği bir firma, bir enstitü, yada herhangi bir birlik kendine has bir kültür oluşturur.
Ünlü kitabında, (The Innovator’s Dilemma) Cloyden M. Christensen, büyük teknoloji firmalarının çoğunlukla daha az deneyim ve sınırlı kaynakları olan küçük firmalar tarafından rekabete zorlanmasını açıklamaya çalışırken şu güzel tespitleri yapmıştır: Firmaların rekabet edebilme gücü önce sahip olduğu değerlere, sonra kültüre ve en son olarak da kaynaklarına dayanır. Küçük firma tarafından rekabete zorlanan büyük bir firmanın bu rekabette başarılı olabilmesi için önce sahip olduğu değer yargılarını ve kültürünü gözden geçirmesi ve belki gerekli değişiklikleri önce burada yapması, gerekmektedir. Bu ise oldukça zor bir iştir.
Bir firmanın sahip olduğu değerler, önem sırasında en tepede yer alırken, görülebilirlikte ise kaynaklar ve kültürden sonra gelir. Kaynaklar sayılabilir, ve kültür gözlemlenebilir. Buna karşın, değerler gizlidir, fikir bazındadır ve komplekstir. Buradan hareketle bir firmanın karşılaştığı rekabette sergileyeceği davranışını görülebilirlik sıralamasına göre sergilemesi, rekabet edilen firmaya karşı çoğunlukla geçici ve yetersiz bir cevap niteliği taşır. İnsan doğası da karşılaştığı güçlüklere cevap oluştururken sahip olduğu kültürün belirleyici etkisi altındadır.Hz. İbrahim’in orta koyduğu çizgide Allah görülemez, ancak etki ve önem açısından herşeyin önünde ve ötesindedir. Diğer bir ifadeyle Hz. İbrahim’in metodolosisi gözlenebilirlik sıralamasını takip etmez, değerler her zaman kültür ve kaynaklardan önce gelir. Peki bunun tam tersi olsaydı ne olurdu?
Kültür değerlerden önce gelirse
İlk insan jenerasyonları olan Hz. Adem milleti de, Hz. İbrahim milleti ile aynı inanç sistemine sahip olup tek tanrıyı yaratıcı olarak kabul eder. Ancak zamanla Adem milleti dayandığı temel değerlerden uzak bir kültür geliştirmeye başlamış, yoldan çıkmıştır. Allah’da peygamberleri aracılığı ile bu konuya işaret etmiştir.
İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra ihtilâfa düşüp haktan ayrılınca, Allah onlara, rahmetiyle müjdeleyip azâbından sakındıran peygamberler gönderdi. Bir de, insanlar arasında, ihtilâfa düştükleri hususlarda onunla hükmetsin diye, o peygamberlerle beraber hak kitap indirdi. Halbuki kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra, aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden ayrılığa düşenler, kendilerine kitap verilenlerden başkası değildir. Sonra Allah îmân edenleri, Kendi izin ve iradesiyle, onların ihtilâf ettikleri hakka ulaştırdı. Allah dilediğini doğru yola iletir. (Bakara 2: 213)
Bu ayet, kültürün dayandığı ve kendini yenileyemeyen temel değerlere kıyasla daha uzun yaşadığına ve giderek bu değerlerden uzaklaştığına işaret eder. Kültür ve gelenekler temel değerlerden uzaklaşırsa ne olur? Allah bu durumdan kaçınmamızı emretmektedir. Zira, kültür ve gelenekler ile temel değerler arasındaki ayrım insanları temel değerleri uygulama noktasında keyfileşmeye iter ve farklı subjektif yaklaşımların oluşmasına neden olur. Bu da dinde, mezhepleşme ve tarikatlaşma gibi ayrılıkları ortaya çıkarır.
Dinlerinde ayrılığa düşerek fırkalara bölünenlere gelince, sen hiçbir hususta onlardan değilsin. Onların işi Allah’a âittir; işleyip durduklarını sonra kendilerine O bildirecektir. (Enam 6: 159)
Allah, kültürü değerlerin önüne alan yaklaşımlardan uzak kalmamızı, ve her zaman Hz. İbrahim’in takip ettiği tek tanrılı dini temel alan değerlere bağlanmamızı emreder.
Bir toplum, ancak sahip olduğu kültürün değer yargılarına hizmet etmek için devamlı olarak adaptasyon geçirmesi kaydıyla ilerleyebilir. Doğal olarak dayanılan temel değerler kalıcıdır ve sabittir ancak toplumun kültürü durmadan değişime uğrar. Bir toplumun geçici olan şeylere yoğunlaşması toplumun çözülme ve realiteden uzaklaşmasına sebep olur.
Müslüman aleminin bugün yaşadığı ikilem, modern ve kompleks meselelere karşı, değişmeyen, geçerli İslami hukuk prensiplerinin ışığında, meselelerin doğasını dikkate alan tutumlar geliştirememesinin yanısıra, farklı açılardan meseleleri yeterince araştırmadan, onları kolayca, helal yada haram kategorilerinin içine koyma yolunu seçmesidir.
Tartışılan meselelerde müslümanın yaklaşımı, her zaman, İslamın temel değerlerine en güzel şekilde hizmet edecek davranışı geliştirmek olmalıdır. Ünlü İslam alimi ve hukukçusu Ibn Al-Qayyim (HS 691-751), islami değerlerin, hüküm vermede kanunların dahi önünde gelmesi gerektiğine işaret eder, ve şöyle devam eder: “İslami kanunlar hikmet üzerine bina edilmiş olup, insanı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmayı amaçlar: bir kanunun yorumu temelde adalet adına zulmü, merhamet adına gaddarlığı, fayda adına sahtekarlığı ve hikmet adına insanları kandırmayı sonuç veriyorsa, o zaman bu yorum kanunun bir parçası yada kendisi değildir.” (İlam el-muvvaffakin en- Rabbe el Alemin, 11)
Özetle, günlük meselelerde bizim yoğunlaşmamız gereken şeyler meselelerin genel yüzeysel içeriği değil de, adalet, merhamet, rasyonellik ve insanların iyiliğini ön planda tutan değerler olmalıdır. İşte bu da, İslami değerleri, kültür ve alışkanlıkların her zaman önüne koyan, tek başına bir millet olan Hz. İbrahim’in yoludur.
Başarı Allah’ tandır ve Allah en iyisini bilir.
Türkçe Meal Kaynak: Ümit Şimşek, İhsan Atasoy, Cemal Uşşak & Mehmed Paksu. “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali.” iBooks, Nesil Yayınları, ISBN: 975-6401-09-5
İrtibat/Soru/Öneri: Lisan.tercume.hizmetleri@gmail.com